XIX. Yüzyılda Sanat Ortamı
Resim sanatına, XIX. yüzyılda daha çok İstanbul’da yaşayan, Ermeniler ve Rum azınlıklar ilgi göstermişlerdir. Çağdaşlaşma, yani Batılılaşma sürecinde azınlıkların sanat çalışmaları sürerken, batılılaşma hareketleri çerçevesinde, ordunun da bundan payını alması istenmiş, bazı yeni askeri okullar kurulmaya başlanmıştır. 1831 ‘de kurulan Kara Harp Okulu ve Bahriye Deniz Harp Okulu gibi yeni okullar açılırken, bu okullarda perspektif ve modle tekniği (Resimde gölgeleri, gölgelemeyi ve ışıklı noktaları kullanarak biçimlerin gerçek oldukları ve hacme sahip oldukları yanılsamasını sağlama tekniği) konuları programlar içerisinde yer almıştır.
XIX. yüzyılda askeri okulların yanı sıra, Galatasaray Mektebi Sultanisi (1869), Darüşşafaka Lisesi (1873) gibi okullarda da resim derslerine ağırlık verilmiştir. Avrupa’ya sanat eğitimi için gönderilen ilk gençler askeri okul öğrencileri ve subayları olmuştur. Bu kişiler arasından Şeker Ahmet Paşa (1861) ve Osman Hamdi Bey (1857)’i örnek gösterebiliriz. Osman Hamdi Bey’in Sanayi-i Nefise Mektebi’ni kurmasının ardından, Batı’ya asker ressamların gönderilmesi hız kazanmıştır. Daha sonra gönderilen sanatçılar, Birinci Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla yurda dönmüşler ve yeni sanat anlayışının öncüleri olmuşlardır.
XIX. yüzyılın ikinci yarsından sonra Türk resim sanatında kadın figürünün ortaya çakmasında, Tanzimat’ın getirdiği, kadınların eğitim yoluyla toplumsal yaşama katılımının arttırılması düşüncesinin büyük etkisi vardır.
Asırlar boyu süren kapalı yaşantının içinde sanat olgusu, kadınlar için tamamen ütopik kalmaktaydı. Zaten Cumhuriyet öncesi dönemde sanat belli tabular, özellikle dini yaptırımlar içinde icra ediliyordu. Osmanlı toplumunda kadın ise sanatsal yeteneklerini süslemeci el işçiliği alanında gösterebiliyordu. Ancak XIX. yüzyılın sonlarında, gayrimüslim kadın sanatçılar, Osmanlı toplumundaki Türk kadınlarında resim yapma isteğini uyandırmıştır.
Batılılaşma hareketlerine, Osmanlı toplumu içerisindeki bazı ailelerde etkilenerek katılmışlar ve kızların birer Batılı hanımefendi gibi yetişmesini isteyen burjuva, bu amaçla Levanten, azınlık ya da ecnebi çevrelerle ilişki kurmuş, kızları için özel eğitimciler tutmuştur. Hatta Avrupa’ya gidebilmelerini sağlamışlardır. Mihri Müşfik’te dönemin şartlarından dolayı, Avrupa’ya kaçarak resim eğitimi almayı başarmıştır.
Mihri Müşfik Hanım
İlk Türk Kadın Ressamlardan olan Mihri Müşfik (1886-1954), Askeri Tıbbiye Hocalarından Çerkez Mehmet Rasim Paşa’nın kızıdır. Eğitimini eve gelen özel öğretmenlerle sürdürmüştür. Avrupai bir eğitim gören Mihri Hanım edebiyat, musiki ve resimle ilgilenmiştir. Mihri Müşfik, Avrupa’dan İstanbul’a gelen müzisyenleri, özellikle operaları takip etmiştir.
Yurtdışına Kaçışı
Padişahlık döneminde genç bir Türk kızının Avrupa’da resim eğitimi almak isteğinin onaylanmayacağını düşünen Mihri Hanım, Fransız Elçisinin eşi olan Madam Barrer’in hazırlattığı sahte bir Fransız pasaportuyla Galata’dan kalkan bir İtalyan gemisine binerek Roma’ya gitmiştir. Roma’da resim eğitimini geliştirmeye çalışmıştır. Roma’da bir süre Barrer’lerin evinde konuk olan Mihri Hanım daha sonra o dönemler sanatın merkezi sayılan Paris’e geçmiştir. İtalya ve Fransa’da yaşadığı dönemlerde sanat okullarında ve özel atölyelerde öğrenim görmüş, dönemin sanat akımları ve anlayışlarıyla yakından ilgilenmiştir.
Paris’te, kiraladığı daireyi konut ve atölye olarak kullanmaya başlamış, geçimini yaptığı portreleri satarak sağlamıştır. Geliri yetmeyince odasını kiraladığı, Sorbonne Üniversitesi’nde siyasal bilimler öğrencisi Müşfik Selami Bey ile flört etmeye başlamış, 1905’te de evlenmiştir. Böylece sanat dünyasında bilinen adı “Mihri Müşfik Hanım” olmuştur.
İstanbul’a Dönüşü
Paris’e gelmiş olan dönemin Maliye Nazırı Cavit Bey, Mihri Hanımla tanışarak onun bilgi birikimi ve görgüsü karşısında etkilenmiş, dönemin batıya dönük eğitim sisteminde iyi eğitimli ve yetenekli Mihri Hanımdan, batıya dönük bir eğitim sistemi uygulanan memlekette öğretmen olarak yararlanılması için Maarif Nazırına önermiştir. Mihri Hanımın 1913 yılında İstanbul Kız Öğretmen Okulu’na resim öğretmeni olarak atanmasıyla, çift yurda dönmüştür.
İnas Sanayi-i Nefise Mektebi
Mihri Müşfik Hanım, İnas Sanayi-i Nefise Mektebi’nin (Bugünkü Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi) (1914) kurucusu ve ilk müdiresidir. Okulun kurulmasında yoğun emeği geçen sanatçı, ayrıca mektebin ilk kadın profesörü ve Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’nin ilk kadın üyesi olmuştur. Türkiye’de çağdaş resim çalışmalarını ilk başlatan kadın ressamdır.
Öğretmenlik yaptığı dönemlerde öğrencileri için model, antik heykeller ve doğa çalışmaları yaptırmıştır. Mihri Hanım, kızların akademiye kabul bile edilemediği bir dönemde çıplak kadın modeller getirterek bu konuda bir ilki başarmıştır.
Mihri Müşfik’in Türk kadın ressamlarının bir eğitim sistemi içine sokulmalarında büyük payı vardır. Mütareke yıllarında kız öğrencilere, resim dersleri vermiştir. Aralarında Nazlı Ecevit ve kendi yeğeni olan Hale Asaf’ın da bulunduğu pek çok kadın ressamın yetişmesine katkı sağlamış, kızları açık havada resim yapmaya, modelden çalışmaya ve ilk kez toplu bir kadın ressamlar sergisi açmaya teşvik etmiştir.
Model sorununu ise kadınlar hamamında Rum ve Ermeni hanımları ikna ederek çözmüştür… Erkek model olaraksa Sanayi-i Nefise Mektebi’nde olduğu gibi giysili erkek model de kullanmış; ancak modellerin mümkün olduğunca yaşlı kişiler olması öngörüldüğü için çıplak erkek model sorununu, Arkeoloji Müzesi’ndeki torsoları kullanarak çözmüştür. Torsoların çıplak olması sebebiyle birçok itirazla karşılaşan Mihri Hanım, torsoların beline peştamal bağladığını söylemiştir.
Şiiri Resime Dökmesi
Cesur bir salon kadını olan Mihri Müşfik Hanım, resme olan tutkusu nedeniyle şaşalı yaşamını bırakıp, bohem ve çoğu zaman da yoksul bir yaşam sürdü. Yaşam anlayışı, entelektüelliği, Avrupai tavırları ve giyimiyle ile çevresinin tepkisini toplayan Mihri Müşfik, öte yandan da dostluk ve arkadaşlık kurmada oldukça başarılıydı. İttihat ve Terakki mensuplarıyla, İbrahim Çallı, Hikmet Onat, Fikret Adil, Namık İsmail ve daha pek çok sanatçıyla tanışmıştı. Döneminin entelektüel ortamlarda bulunur, sanat söyleşilerinde yer alırdı. İstanbul’da bulunduğu dönemde Tevfik Fikret ile de dost oldu, Fransız etkisindeki Edebiyat Cedide şairlerinin yaptıklarını o da resimde denedi, yazdıklarını resimleyerek bir “Edebiyat-ı Cedide Resmi” yarattı, portrelerini yaptı. Sanatçının üretimlerinde akademik dil, desen, ayrıntılar ve kadınsı duyarlı anlatım dikkat çeker. Sanatçı, rahat fırçası ve samimi üslubuyla kendi kuşağı içinde çok özel bir yere sahiptir.
1915’te, dostu Tevfik Fikret’in ölümünden hemen sonra Rıza Tevfik’ten Tevfik Fikret’in çehresinin maskesini ve sağ elinin kalıbını almak için izin istemiştir. İsteği kabul edilen Mihri Hanım, yanında getirdiği alçı ve vazelinle herkesin gözü önünde kalıpları almıştır. Bu çalışmasıyla Türk sanatındaki bilinen ilk maska imza atmıştır.
Kaçması, Geri Dönmesi ve En Önemli İşleri
1919’da bir yıl süreyle İtalya’ya gitti. Geri döndüğünde, iki yıl daha İnas Sanayi-i Nefise’de ders verdi. 1922’de Müşfik Bey’den ayrıldı, Müşfik Selami İnegöllü ile evli kaldığı dönemde Mihri Müşfik, diğer dönemlerde ise Mihri Rasim imzasını kullandı. 1923’te tekrar İtalya’ya döndü. Roma ve Paris’te pek çok ressam ve edebiyatçı ile dost oldu. Bunlardan biri olan İtalyan şair Gabriel d’Annunzio aracılığıyla Papa XV. Benedict’in portresini yaptı, Vatikan’da ilk kez bir Papa, başka dinden bir kadın ressama poz verdi, bir kilisenin fresklerinin onarımında çalıştı. Cumhuriyet’e, Atatürk’ün zaferlerine ve devrimlere sevgi ve inanç duyan Mihri Hanım, bir ara Türkiye’ye döndüğünde Mustafa Kemal’in ayakta portresini yaptı, Çankaya Köşkü’nde, bizzat Atatürk’ün kendisine verdi.
Eserlerinin Özellikleri
Eserlerinde modellerin ruh hallerini, toplumdaki konumuna ve kişiliğine dair ipuçları vermiştir. Onun portrelerinden modelin üst ya da alt tabakaya mensup olduklarını, kişiliklerindeki belirgin özellikleri ve resmin yapılış anındaki ruh hallerini açıklıkla anlayabilmekteyiz. Sanatının bu özelliği sayesinde bazı portreleri belge niteliği de taşımaktadır.
Onun kadın portreleri genel olarak kentli ve elit bir kesimin içinde yer alan kadınların görünür kılındığı çalışmalardır ve çağdaşı erkek ressamlarınkinden farklı değildir. Bir bakıma hem kendini hem de kadınları eril bir bakış açısı ile tuvale yansıtmaktadır. Bu portreler, yapıldığı dönemin modalarından izler taşımakta, güzel ve genç kadını göstermekte; bazen de tıpkı kendi gibi ruhen özgür, aydın Türk kadınının temsilini yansıtmaktadır. Her sınıftan ve yaştan kadın portreleridir.
Amerika’ya Gidişi ve Ölümü
Mihri Hanım, kız kardeşi Enise Salih Hanım ve yeğeni Hale Asaf 1938’de kanserden ölmesi üzerine Paris’ten ayrıldı, Amerika’da yaşamaya karar verdi. Bir süre New York, Washington, Chicago’da üniversitelerde konuk resim profesörlüğü yaptı, geçimini zengin Amerikan ailelerine özel ders vererek sağladı.
Amerika’da geçen son günlerinde çalışamaz hale gelir ve yoksulluk çeker. Bu durumu sanatçının ailesine yazdığı bazı mektuplarından anlayabiliyoruz. Resim uğruna harcadığı ömrüne dair bir pişmanlık duyduğunu anladığımız bu mektuplardan birkaçına Taha Toros’un “İlk kadın ressamlarımız” isimli eserinde rastlıyoruz. Mihri Hanım mektuplara şu satırları yazıyor: “…Senelerce çalışmakla ben neye muvaffak oldum? Hiç… Üstelik sıhhatimi kaybettim. Vaktiyle “Herkül” idim. Şimdi merdiven çıkamıyorum. Sanat beni bu hale koydu. Hele gözlerim hiç görmüyor. Çifte çifte gözlük kullanıyorum. Parasızım. Bizim gibi geri kalmış bir memlekette sanatkarın yolu kadar, güç bir yol yoktur. Bizimkisi fazla fedakârlık isteyen bir meslek. Bugün bana, gençliğimi hediye etseler, bu meslek uğruna çektiklerimi, çekmek korkusundan, reddederdim! Çektiğim meşakkatleri bir ben bilirim, bir de Allah bilir. …Her sanatkâr, karsısındaki sanatkârı, daima, kendisinden aptal görür! O’nun on senede yaptığını, kendisinin bir senede yapacağını sanır. Bir iki yıl içinde, hayatını kurtaracağına, köşeyi döneceğine emindir! Heyhat ve yine heyhat! İşte sanatın esrarı buradadır. Sanatkârın yolu, yürüdükçe uzar gider… Bizim ailenin yegâne hususiyeti inadındadır. Ben her şeyde olduğu gibi sanat hayatım boyunca, inadımla yaşadım. Bugün, buna, bin kere pişmanım… Son günlerde aklımı pek toparlayamıyorum. Bitabım. Sol tarafıma elektrik masajları yapılacak. Pek ziyade ıstırap içerisindeyim…” diye yazmıştır.
Sözlerinden ne kadar zor bir durum içine düştüğü anlaşılmaktadır. Sanat için harcanan, bu uğurda mücadelelerle geçen ressamın hayatı Amerika’da yoksulluk ve yalnızlık içinde son bulmuştur. Sanatçı 1954 yılında New York’ta ölmüş ve New York kimsesizler Mezarlığına gömülmüştür.
Bazı Eserleri
Kaynakça
Çaha, M. (2016). Türk Resminin Kadın Öncüsü Mihri Müşfik. El Sanatları Dergisi, Sayı 21, 102-107.
Karabulut, N. (2010). Sanatta Batılılaşma Hareketleri ve Mihri Hanım . Güzel Sanatlar Enstitüsü Dergisi, Sayı 2, 79-83.
Papila, A. (2008). Osmanlı İmparatorluğu’nun Batılılaşma Döneminde Resim Sanatının Ortaya Çıkışı ve Osmanlı Kimliğinin Resimsel Anlatımı . Sanat ve Tasarım Dergisi , Sayı 1, 117-134.
Serbest, R. (2019). Türk Resim Sanatında Sanatçının Özportresi ve Bedeni. Yüksek Lisans Eser Metni, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, İstanbul.
Seyra, E. (2005). Mihri Müşfik (Yaşamı ve Sanatı). Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, İstanbul.
Sisli, N. (2015). Türkiye’de Cumhuriyet Öncesi Sonrası Kadın’ın Konumu ve Baskıresim Alanındaki Varlıkları Hakkında Bir Analiz. Yüksek Lisans Tezi, Anadolu Üniversitesi, Eskişehir.
Yasa Yaman, Z. (2012). Ankara Resim ve Heykel Müzesi . Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları.